4 Ekim 2007 Perşembe

YUNUSLAR

12.11.2000
Kaynak: Discovery Channel
Konu: Yunuslar


Yunuslar, dişli balinalar grubundan memeli hayvanlardır. Bütün memeliler gigbi sıcakkanlıdırlar. Havanın oksijeniyle solunum yapar, doğurarak ürer ve yavrularını sütleriyle beslerler. Yunusların 40’ı aşkın türü vardır. Çoğu denizlerde, bazıları tatlı su göllerinde ve nehirlerde yaşarlar.
Yunuslar eskiden suda yaşamıyorlardı. 60 milyon yıl önce yunusların ataları karada yaşıyorlardı. Bu evrimleşmeleri 20 milyon yıl sürdü.
Bir tür olan şişe burunlu yunuslar, akıllı ve sevimlidirler. Hep gülüyormuş gibi görünürler, ama aslında bu onların ağız yapısından kaynaklanır.Kıyıya yakın, sığ bölgelerde yaşarlar.
Güney Afrika’da Amazon Nehri’nde yaşayan yunuslar da vardır. Bunlar Botonlar ve Tipuşiler’dir:
Botonlar, gri ve pembe rengindedir , büyük gruplar halinde yaşarlar.
Tipuşiler ise 1.5 m civarındadır. Şişe burunlu yunuslara benzerler.
Nehir yunuslarının (Botonlar ve Tipuşiler gibi ) kör oldukları sanılırdı, ama artık öyle olmadıkları biliniyor.
Spinatan yunusları ise Hawai açıklarında yaşarlar, ince ve uzun burunları vardır. Yemeklerini yedikten sonra, kahverenkli, ince bir dışkı bırakırlar. Değişik türdeki balıklarla birlikte dolaşmayı severler.
Yunuslar, yay gibi yüzmeyi severler. Bu yay yüzüşünü, milyonlarca yıldan beri yapmaktadırlar.
Yunusların atlayışları ise, onların daha hızlı ilerlemelerini sağlar ve onların yaşamına eğlence katar.
Bu oyuncu hayvanlar, değişik sesler çıkararak kendi aralarında konuşur. Bilim adamları, yunusların suyun altında nasıl iletişim kurabildiklerini anlamaya ve verilecek görevleri yerine getirecek biçimde eğitilmesine yıllardan beri çalışmaktadırlar.
Ne yazık ki, yunusları ve diğer canlı türlerini, deniz kirliliği etkilemektedir. Sağlıklı ve mutlu bir yaşam için bu dünyadaki canlıları ve yeşili koruyup, sahip çıkmalıyız.







21.11.2000
Kaynak: TRT 3
Konu: Vahşi ve tehlikeli Kaziranga National Park


Bu belgesel, Kaziranga National Park’daki vahşi hayvanların ve oradaki hayvan koruyucularının yaşamını konu alıyor.
Bu büyük ve vahşi parkta yaşayan hayvan koruyucularını iki farklı tehlike bekliyor. Birincisi; kaçak hayvan avcıları, ikincisi ise; korumak zorunda oldukları tehlikeli hayvanlar.
Gergedanlar ve filler burada yaşamını sürdüren hayvanlardandır:
Bir gergedanın ağırlığı iki tonun üzerindedir. Aslında çok hızlı koşarlar, saatte elli – altmış kilometre hıza çıkabilirler. Anne gergedanlar yavrularını takip edip onları korurlar. Gergedan boynuzlarının değeri, bir Hintli’nin hayat boyu kazanacağından daha fazladır. Bu boynuzlar kaçak avcıları cezbeder.
Yavru bir fili büyütmek çok zordur; çünkü beş yaşına kadar günde iki litre süt ve sıkı bir bakıma ihtiyacı vardır. Filler, her ne kadar eğitilse de vahşi olanları büyük bir tehlikedir; çünkü bir fil saldırıya geçerse diğer filler de onu izler. Bu gibi durumlarda hayvan koruyucuları, filleri kuru sıkı ile korkuturlar.
Bu parkta yüz elli civarında koruyucu evi bulunmaktadır. Koruyucuların basit ama rahatsız bir yaşamı vardır. Onlar, çevreden rahatlıkla yiyecek bulabilirler.
Yıkanmaları ise pratiktir; kimisi nehirlerde, kimisi ise göllerde yıkanır. Buna karşılık, hayvan koruyucuları ailelerinden uzak bir erkek topluluğudur ve sosyal hayatları da yoktur.
Parkı ziyaret eden turistler, kendileri için tahsis edilen yolları takip ederler. Ne yazık ki, bazen bu yolların dışına çıkan olur. Bu da onların vahşi hayvanlar tarafından saldırıya uğramalarına sebep olur.
Bu parkta en fazla insan öldüren hayvanlar bufalolardır. Bufalolar, vahşi fillerin bile kaçtığı kuru sıkılardan korkmazlar. Bufalolar, kaplanlardan bile daha saldırganlardır.
Hayvan avcıları ve hayvan koruyucuları arasında sık sık çatışmalar söz konusu olur. Avcılar genellikle yakalanır. Hatta bazen herşeylerini geride bırakıp kaçarlar. Kaçak hayvan avcılarının arkasında komisyoncular vardır. Bu işten gelir elde etmek isteyen komisyoncular,avcılara silah sağlarlar.
Vahşi hayatı korurken insanlar, aslında kendi hayatlarının geleceğini garanti altına almaktadırlar.

20.12.2000
Kaynak: Discovery Channel
Konu: Yeni dedektifler


27 Kasım 1992 gecesi, Hawai’de polise bir kaza bildirildi. Polis, olay yerine vardığında, yolun kenarında bir karavan buldu. Karavan sahibi eski bir polis olan Ken Madison’du ve şok geçiriyordu. Karısı İvon’un durumu daha da kötüydü ve çok fazla kan kaybediyordu, hastahanede öldü.
Ken Madison’un ifadesine göre; karısı İvon bir tartışma sonucu kendini kaybederek hareket halindeki karavandan atladı. Ken, onu almak için karavanı geri geri sürerken onu ezdi. Daha sonra polisi beklerken karısını karavanın içine aldı.
Bu olayda şüpheli bir durum yoktu. Ken, sadece az bir miktar para cezasına çarptırıldı. Fakat her olayda olduğu gibi olağan bir soruşturma yapıldı. Polis, olay yerinde değişik ipuçları buldu ve aracı incelemeye aldı. Mekanik incelemeler sonucu aracın alt kısmının neredeyse hasarsız olduğu tespit edildi. Karavanın içinde kan izleri vardı ve yukarılara, ön cama kadar sıçramıştı fakat aracın ön camında kan izleri bulunması anlatılanlara uymuyordu.
Bu durumda adli tıp pataloğu devreye sokulacaktı ki, cesedin otopsi yapıldıktan 3 gün sonra yakıldığı öğrenildi. Ellerinde sadece hastane pataloğunun İvon Madison’dan aldığı doku örnekleri ve çektiği fotoğraflar vardı. Ceset adli açıdan incelenememişti.
Bu hikaye giderek sevimsiz bir hal alıyordu. Ceset olmadığı için cinayet soruşturması açılamıyordu.
Kan örneklerinin araştırılması için bir uzman bulundu. Bu kişi O. J.
Simson davasında da önemli bulgular ortaya koymuştu. Konusunda en iyisiydi. Sadece ellerini kullanarak kanı inceledi. Ona göre tüm kanlar
değişik izler bıraktığından olayda kullanılan silahın tipi ve şiddeti ortaya
konulabilinirdi. Bu durumda karavanın içinde ilginç şeyler olduğu kesindi.
Camdaki kan izleri, Madison’un ifadesini, yani karısının camdan atladığını doğrulamıyordu. Kan uzmanı Lee, kanın dağılma yönünü belirlemek için karavanı inceledi. Lee’nin bulguları, kurbanın aracı terk etmeden önce bir darbeye maruz kaldığını gösteriyordu. Ayrıca, araştırmalar sonucunda Ken Madison’un karısının otomobil kazası sonucu hayatını kaybetmesiyle 675.000 dolar sigorta parası alabileceği ortaya çıktı.
Aslında olayın meydana gelme şekli şöyleydi; İvon arabayı kullanırken kocası, İvon’un başına vurdu, sonra direksiyona geçti. Ken Madison,karanlıkta kanların cama sıçradığını fark etmemişti. Daha sonra kadını dışarı bırakıp karavanla ezdi ve tekrar karavana alıp polisi bekledi.
Bu olayın ortaya çıkmasından sonra, Ken Madison ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Bu basit fakat korkunç suç, adli tıp ve polisin üstün gayreti sonucunda ortaya çıkarılmıştı.




































15.01.2001
Kaynak: National geographic
Konu: Neandertallerin gizemi


Son buzul dönemi sırasında Neandertal insanı ve çağdaş tip insan ortaya çıktı.
Neandertaller, uzun yıllar mağaralarda yaşadılar. Cebelitarık’daki mağaralar, bunların yaşadıkları son yerlerdir. Burada 1848 yılında amatör bir arkeolog, bir Neandertal iskeletine rastlıyor.
İlk başta bilim adamları, bunların düşünemeyen, hantal, iri insanlar olduklarını farzettiler. Ama son yıllarda ortaya çıkan bulgularla bunların doğru olmadığı anlaşıldı.
İnsanlığın dört milyon yıllık tarihçesinde iki yüz bin yıl önce yaşamış bu ilk insanlar, çıkıntılı bir kafa tasına, çıkıntılı bir buruna, henüz tam oluşmamış çene kemiğine ve elmacık kemiklerinin olmadığı bir yüze sahiplerdi. Buzul çağında yaşamış olan bu insanların diş mineleri üzerinde yapılan araştırmalar bize onların açlıktan öldüklerine dair bilgi vermektedir. Şu anda bilim adamlarının ellerinde bütün halinde otuz kadar iskelet bulunmaktadır.
Erkek, kadın, çocuk; hepsi yapı olarak sert insanlardır. Sert bir iklime uygun yapıları vardır. En belirgin özellikleri ise büyük ve geniş burunlarıdır.
İyice kuzeyde, Avrupa ve Batı Asya’da yayılmışlardır. Kırk bin yıl önce ince insanlar, yani bizim atalarımız Avrupa’ya göç ettiler. Böylece farklı evrim sürecinden geçmiş iki insan türü birleşmiştir.
Neandertallerin beyinlerinin nasıl çalıştığını anlamak için davranışlarına bakmak gerekir. Cebelitarık’ta, bir mağarada ilginç, küçük bir taş içinde kömür ve ocak bulunmuştur. Bu da onların burada konaklayıp ateş yaktıklarına dair bulgulardır. Yine burada bulunan bir kemiğin tazeyken kırıldığı ve hiç pişmeden, yani çiğ olarak yenildiği anlaşılmıştır.
Oldukça kaba yaşam şekilleri olan Neandertaller, çok basit ama kullanışlı aletleriyle, pusu kurarak mızrak ile avlanırlardı.
Irak’taki bir mağarada da Neandertal iskeleti bulunmuştur. En şaşırtıcı ayrıntı burada bir kadın, erkek ve çocuğa ait bir milyon yıl öncesinden kalma bir mezar bulunmuş olmasıdır. Bu mezarda polen lekelerine rastlanmıştır. Bu da bize Neandertallerin ölülerini gömüp yas tuttuklarını göstermektedir.
Bilim adamları, onların duygusuz ve aptal olmadıklarını kabul etmektedir. Nesillerinin neden tükendiği ise henüz aydınlığa kavuşmuş değildir. Büyük bir ihtimalle Neandertaller, diğer insanlara karşı verdikleri savaş sonucunda yenilmişlerdir. Bu mağaralardaki duvar resimlerini Neandertaller ortadan kaybolduktan sonra bizim atalarımızın bıraktıkları biliniyor.
Kas güçlerinin, beyin güçlerinden fazla olduğu bu insanların yaşam mücadelesi vermiş oldukları, ölüleri için yas tuttukları ve bu dünyamızda var oldukları biliniyor.
Fakat nesillerinin neden tükendiği arkeologlar tarafından hala araştırılmaktadır.


Aslında, arkeologlara hepimizin çok ihtiyacı var; çünkü onlar sayesinde birçok olay günışığına çıkartılıyor ve insanlar tarihleri hakkında birçok şey öğrenebiliyor.






























21.01.2001
Kaynak: Discovery Channel
Konu: Süper yarışçılar


Dünyanın en ünlü yarışçılarından sayılan Michael Andretti’nin sürüş felsefesi saldırgan oluşu, önünde başka bir arabanın oluşundan nefret etmesidir. 1960 – 1990 yılları arasında kendisi gibi ünlü olan babası, büyük yarışlar ve şampiyonalıklar kazanmıştı. Bu nedenle ikisi, şimdi iyi bir ekip oluşturuyor. Babasının Michael’e önerisi ise; yapmak istediği bu işi ciddiye alması gerektiği ve bunu iyi yapması şeklinde olmuştu.
Yarış öncesi yapılan testler, bir yarış kazandırabilecek niteliktedir. Motor, lastik, şase testleri yapılır. Araç, yarışa hazır oluncaya dek her türlü teknolojiden yararlanılır.
Ancak bu spor dalı, pahalı bir spor dalıdır. Yarışa katılım maliyeti, yirmi beş bin – otuz bin dolar arasında değişir.
Michael’in katıldığı bazı yarışların, anlamlı yarışlar olmasının sebebi babasının daha önce bu yarışlara katılmış olmasıdır.
Michael, babasının kupa ve şampiyonluklarıyla büyüdü. Bu spora duyduğu ilgi dokuz yaşında, gokart kullanmakla başladı.
Bir yarış arabasında uyulması gereken bir standart vardır. Araç yüz seksen kilogram, maksimum uzunluğu ise beş metre olmalıdır. Araçlar, 380 km/sa hıza ve sekiz yüz beygir gücüne ulaşabilir.
Daha iyi arabalar üretebilmek için yeni yeni maketler hazırlanıp rüzgar tünellerinde denenir. Araçların rüzgar kanatları gibi kanatları vardır ama ters durur, bu yüzden arabadan çok uçak özellikleri taşırlar, airo dinamik özelliklere sahiptirler.
Avusturalya’da yapılan bir yarışta Mario (Michael’in babası), yine başarılı bir yarışçı olan Christian Fitipaldi’nin yaptığı kazaya tanık oldu; birbaşka yarış arabasının Christian’ın tekerleğine değmesi, onun yoldan çıkmasına sebep oldu. Araba soldan sağa, daha sonra sağdan sola savruldu. En sonunda da duvara çarpıp havalandı. Yarışçıların böyle bir kazadan kurtulabilmeleri için aracın güçlü olması, çarpışma esnasında kazanın ciddiyetini hafifletmesi gerekir. Bunun için, yani enerjiyi boşaltabilmek için aracın parçalarının dağılması gerekir.
Bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar, bilgisayarlarla gerçekleştirilir. Kazaya sebep olabilecek tüm olasılıklar göz önüde bulundurularak daha iyi arabalar üretmek amaçlanmaktadır.
Oval pistlerde sürücüye pek fazla iş düşmüyor, ancak şehir sokaklarında keskin virajlar olması sebebiyle bu oldukça farklıdır. Viraja girerken yavaşlamak, virajı aldıktan sonra ise hızlanmak gerekiyor. Bu nedenle, arka tekerleklere yumuşak süspansiyon, ön tekerleklere yumuşak süspansiyon yapılıyor.
Laptop bilgisayarları sayesinde yüksek teknolojiden yararlanılıyor. Araçta bulunan kara kutu biilgisayara bağlanıyor ve bu sayede motor denetlenebiliyor. Örneğin; viraja girilecek hız ve bunun gibi önemli bilgiler tespit ediliyor.
Bazen yağan yağmur, pistin ıslak olmasına neden oluyor, bu da tüm hesapların değiştirilmesini gerektiriyor. Aracın ıslak pistte kaymaması için daha fazla sürtünme sağlayacak derin çizgili lastikler kullanılması gerekiyor.
Yüz bin kişinin ilgi gösterdiği bir yarışda 320 km/h hıza ulaşan arabaların birbirlerine yakın seyir etmeleri bir çok tehlikeyi beraberinde getiriyor. Ancak teknolojinin burada sağladığı imkanlar sayesinde sürücüler tehlikelere karşı uyarılabiliniyor. Örneğin; araçta baş gösterebilecek herhangi bir arıza önceden tespit edilip sürücüye bildirebiliniyor.
Araba yarışı tehlikeli, pahalı ama aynı zamanda çok heyecan verici bir spordur. Amaç teknolijiden yararlanarak tehlikeleri azaltmak ve en iyisini başarmak.
























04.02.2001
Kaynak: Discovery Channel
Konu: İnsan klonlamasının ilki


Klonlamanın hayvanlar üzerinde başarıyla uygulanmasından sonra tüm dünyada doktorlar, insan klonlama yarışına girdiler. İlk klon bebeğin birkaç yıl içinde dünyaya geleceği bildirildi.
Bu konudaki çalışmalar ABD’de klonlamaya sınır getirmeyen bir eyalette devam etmektedir.
Bir biyokimyager, klonlama için rutin bir tahlilde bebekten alınan kan ve doku örneklerini kullandıklarını açıklıyor ve birçok kadının klonlamada kullanılmak üzere yumurta vermeyi önerdiklerini belirtiyor.
Klonlama işleminde, kadından alınan yumurtanın genetik yapısı siliniyor. Sonra çocuğun bir hücresinin çekirdeği izole edilip, genetik olarak içi boşalmış olan yumurtaya naklediliyor. Böylece döllenme sağlanıyor. Sonra da, yumurta kiralık annenin rahmine yerleştiriliyor.
İnsan kopyalamasında Dolly adlı bir koyunun klonlamasındaki yöntem uygulanacak. Bu yöntemde çok sayıda düşük meydana geliyor, bu nedenle birden fazla kadının rahmine embriyon yerleştirilmiş olabileceği söyleniyor.






















19.02.2001
Kaynak: Discovery Channel
Konu: İnkalar


And dağları’nın yüksek kesimlerinde yaşamış ve on iki. – on altı. yüzyıllarda büyük bir imparatorluk kurmuş olan Güney Amerika Yerli halkıdır. 16. Yüzyıldaki İspanyol istilasından önce, ortalama beş – on milyon nüfuslu ve çok iyi örgütlü bu imparatorluk, on dört. ve on beş. yüzyıllarda güçlenerek, topraklarını bugünkü Bolivya, Peru, ekvator ile Arjantin ve Şili’nin bazı bölümlerini içine alacak kadar genişletti.
Cuzco vadisinde yer alan ve İnka İmparatorluğu’nun başkenti olan Cuzco, ‘‘Güneş’in kutsal kenti’’ olarak bilinirdi. İmparatora Tanrı gözüyle bakılır ve Güneş’in soyundan geldiğine inanılırdı. İmparatorun yaşam ve ölüm konusunda inanılmaz bir otoritesi vardı.
Halk belirli bir yaşama ve çalışma düzenine uymak zorundaydı. Herşey devletindi. Çocuklar ve yaşlılar dışında herkesten çalışması beklenirdi. Tembellik ve insan onuruna aykırı davranışlar ağır biçimde cezalandırılırdı. Halk, ürettiklerinin belirli bir oranını imparatora ve rahiplere vermek zorundaydı.
İnkalar, çatıları tahta kirişler üzerine saman örtülü, altın süslemeli büyük taş kaleler ve tapınaklar yaptılar. Cuzco kalesinin duvarları tonlarca ağırlıkta taşlardan yapılmıştı ve yüksekliği altı metreyi buluyordu. Başkentte yapılan büyük şenliklerde yağmur tanrısına lamalar ve insanlar kurban edilirdi.
Eski Mısırlılar gibi İnkalar da ölülerini mumyalar ya da başka yöntemlerle korurlardı.
İnka İmparatorluğu’nun kıyı halkı, bakırı döverek kaplar yapar veya eritilmiş metali kalıplara dökerek biçimlendirirdi. Kıyının kuzey kesiminde yaşayan halk ise, insan başı biçiminde çanak çömlek yapıyordu. İnkalar, basit tezgahlarda çok güzel duvar halıları ve yaygılar dokurlardı. Kemik ve bambudan flüt, toprak ve deniz kabuklarından borazan, bakır ve tunçtan çanlar yaptılar.
İnkalar, düzgün ve geniş yollarını taşlarla döşediler, kayaları oyarak kısa tüneller, tahtadan köprüler yaptılar. Haberleşme sistemleri vardı, ulaklar haber taşırdı.
Taş yontuculuğunda, üstün becerilerine karşın İnka’ların ne bir yazı sistemleri, ne de paraları vardı. İplere düğüm atarak hesap yaparlardı.
Dünyada ilk patates üreticileri İnka çiftçileridir. Diğer ürünleri tatlı patates ve mısırdır. Domuz, ördek, köpek ve lama yetiştirirler, lama tüyünden dokumalar yaparlardı.
On altı. yüzyılda iki kardeş arasında çıkan taht kavgası, imparatorluğu zayıflattı. İspanyollar, altın aramak için Peru’ya ayak bastılar ve imparatorluğu yöneten imparatoru öldürdüler. Başsız kalan ülkeye İspanyollar egemen oldular ve İnka İmparatorluğunun tüm topraklarını ele geçirdiler.
Günümüzde yaşayan İnka topluluğu üç milyondan daha azdır. Bugün And dağları’nda yaşayan köylüler, İnkaların soylarından gelir. Bunlar Peru nüfusunun ortalama % kırk beşini oluştururlar.



































25.02.2001
Kaynak: Kanal D
Konu: Mısır Piramitleri


Mısır Piramitleri, Ehramlar olarak da bilinir, çoğu ve Orta Krallık döneminde Mısır krallarının, diğer adıyla firavunların, mezarları üzerine yapılmış büyük, anıtsal yapılardır. Orta ve Güney Amerika’da Mayalar, Aztekler ve İnkalar tarafından benzer yapılar yapılmıştır ama gerçek piramitler Mısır’dadır. Piramitlerde genellikle taş ya da tuğla kullanılmıştır. Piramitler dörtgen bir taban üzerinde yükselirler. Üçgen biçimli dört kenar yüzeyleri, tepede bir noktada birleşir. Mezar taşı çoğunlukla piramidin üzerine oturduğu kayanın içine oyulmuştur.
En tanınmış piramitler, Kahire’nin güneyinde, Gize’de bulunan üç piramittir. Bu piramitler İ.Ö 2575-2464 döneminden kalmıştır. En büyüğünü Firavun Keops yaptırmıştır. Keops piramidinin taban kenarları yaklaşık iki yüz otuz metre ve yüksekliği 146 metredir. Kayalık bir zemine oturan piramidin dış bölümü kireç taşı ve granitten yapılmıştır. Taş blokların herbiri ortalama üç ton ağırlığındadır ve iki milyon üç yüz bin taş blok kullanılmıştır.
Piramidin yapımında kullanılan kayalar, Nil ırmağının karşı kıyısından getirilmiştir. Taş blokları çıkaran ve taşıyan kişiler, kendi adlarını kırmızı bir boya ile taşın üzerine yazarlardı. Bugün, bu yazılar hala okunabilmektedir. Taşlar, çok düzgün bir biçimde bakır aletlerle işlenirdi.
Keops’un ardından Kefren ve Mikerinos tarafından yaptırılan öbür iki ünlü piramit, Keops’a göre daha küçüktür. Her üç piramit de yağmalanmış oldukları için içlerindeki eşyaların çoğu kaybolmuştur. 5. ve 6. hanedan kralları da Gize ve Abu Şir’de birçok piramit yaptırmışlardır. 11. ve 12. hanedan krallarının piramitleri ise daha çok Dahşur, Havara ve Lahun’da bulunmuştur. Bu dönemden sonra soylulara mezar olarak kullanılan piramitlerin yapımına son verildi. Mısırlılar, krallarını 18. hanedan döneminde başkent Teb yakınlarındaki Krallar Vadisi’nde kayalara oyulmuş mezar odalarına gömmeye başladılar.
Bir zamanlar Nil ırmağının batı kıyısı boyunca birçok piramit yer alırdı. Bunların Eski ve Orta Krallık döneminde yapılmış olmaları ile mısırlıların Güneş tanrısı Ra’ya tapmaya ve ölülerini mumyalamaya başlamaları arasında bir ilişki olduğu sanılmaktadır. Eski Mısırlılar, ölen bir kişinin bedenini koruyarak, ona yiyecek ve içecek sunarak ölümden sonra yaşamasını sağlayabileceklerine inanırlardı. Mumyalama işlemi, cesedin çözülüp bozulmasını önlemek için bazı kimyasal maddeler ve sıvılar kullanılarak yapılıyordu. Mumyalanmış cesedin yanına yiyecek, süs takıları ve sevdiği başka eşyalar konulurdu. Ayrıca mezar duvarlarına çizdikleri resimler ve yazdıkları yazılarla ölüleri karşılaşabilecekleri tehlikelerden koruduklarına inanırlardı. Mumyalama işlemi tamamlandıktan sonra ceset, ahşap bir tabuta yerleştirilirdi, daha sonra lahit denilen taş tabuta konulurdu. Krallar için iç tabut gümüş veya altından yapılırdı. Bu, mısır mezarlarının sık sık soyulmasının da önemli bir nedeniydi.
Ne yazık ki kral mezarları arasında bir tek Tutanhamon’un mezarı hemen hiç dokunulmadan ortaya çıkarılmıştır. Diğerlerinin yağmalanmış olmaları ise tarih açısından büyük bir kayıptır.

Bence bu tip olaylar hiçbir zaman olmamalı ve ülkelerin hiçbir tarihi eseri yağmalanmamalı, çalınmamalıdır.

Hiç yorum yok: